Genel kabul görmüş iktisat bilimi kuralları
İktisat Bilimi-genel kabul görmüş iktisat ilkeleri
İktisat bilimi genelde tedvin edilmemiş bir bilim dalı olarak görülmelidir. İktisat bilimi tamamen ABD ve AB ülkeleri tarafından doğuyu ve doğunun değerlerini yok sayarak, batıda batının nevi şahsına münhasır değerleri üzerinden ortaya çıkan ekonomik yaklaşımlar üzerinden oluşturulmuş ve mutlak doğru olarak tüm insanlığa sunulmuştur ve/veya kabul ettirilmiştir.
İktisat bilimi genel çerçeve olarak merkantilistler, fizyokratlar, klasik okul, neo-klasik okul, keynesyen okul, monetaristler ve daha sonra ortaya çıkan bu teorilerin ardılları veya türevleri üzerinde kurulmuştur.
ABD ve İngiliz eksenli yazılan iktisat bilimi iktisadi sorunlara çare olmadığı gibi bu bilim dalı diğer ülkeler üzerinde de zamanla bir kutsal sopa olarak kullanılmıştır.
Oysa iktisat bilimi 1929, 1974, 1997 ve 2008 krizinde olduğu gibi hiçbir krizi önleyememiş, krizlerden sonra eskiyi yok sayıp veya eskiyi tüketerek yoluna devam etmiştir.
İktisat bilimi, zaman ve mekâna göre değişmekle beraber, onu oluşturan yüzlerce alt etken ve veri olmasına rağmen hiçbir zaman kesin önermelerde de bulunmamıştır.
İktisat bilimi istatistik ve grafikler üzerinden ele alınmasına rağmen, bu istatistiklerin nerede ve nasıl toplandığı ve farklı toplum kesinlerinde toplanan verilerin çok daha farklı toplum kesimleri için ne kadar doğru olacağı ve/veya doğruyu göstereceği büyük bir sorunsaldır.
Öte yandan, istatiksel verilerin toplanmasından işlenmesine ve topluma yansıtılmasına kadar aradaki bütün süreçlerin ne kadar şeffaf olduğu ve bu verilerin doğruluk derecesi ayrıca soruşturulması gereken bir durumdur.
Bunun yanında, Dünyanın bir coğrafyasında ortaya çıkan ekonomik varsayılmış gerçekliklerin, bu coğrafyayla hiçbir fiziksel, kültür ve dinsel bağı olmayan başka bir coğrafyada ne kadar kabul edileceği veya uygulanması ne kadar doğru olacaktır. O yüzden iktisat bilimine daha mikro bakış açışıyla her ülke özelinde bakmak daha doğru sonuçları verecektir.
Bu haliyle, tarihin bir döneminde tamamen ülkelerin ve değişik coğrafyalarda kendi özelinde ortaya çıkan ekonomik olayların veya durumların, önermeler üzerinden bilim haline getirilerek, kutsal metinler gibi mutlak doğru olarak kabul edilmesi ve/veya bu metinleri kabul etmeyenlerin bilimsellikten uzak insanlar olarak adlandırılması kabul edilemez.
Öte yandan, bilim ve bilimsellik adına bu manada ortaya çıkan gelişmeler, toplumların kültürel yapılarından etkilenir. Yine, toplumlarda ortaya çıkan hukuksal metinler o toplumun dini metinlerinden ahlaki ve kültürel varsayımlarından ve yaşanmışlıklarından etkilenerek gelişir ve nihai olarak bir değer haline gelir.
Bilimsel değerler veya bilimsel yaklaşımlar, hukuki metinlerin meydana getirdiği düzenleme alanında geliştiğine göre, ortaya çıkan ve bilim adına ortaya konulan görüşler dini, sosyal ve kültürel temellerden bağımsız düşünülemez veya gelişemez. Dolayısıyla kültür, din ve sosyolojik olgulardan bilimselliğe yoğun bir aktarım vardır.
Örneğin, Atom bombasını üretmek bir bilimselliktir. O bombayı gayri savaştan olan insanlar üzerinde kullanmak tahrif edilmiş Hristiyanlık için önemli bir sorun olmayabilir. Ancak, İslam hukukunda gayri savaştan olanlara dokunulamaz; kadın, çocuk ve yaşlıları gözetmeden bir yere değil atom bombası bir mermi bile atılamaz. Dolayısıyla atom bombasını bu amaçla üretip bu şekliyle kullanmak İslam hukukuna aykırıdır. Zaten İslam hukukunu uygulanan Türk tarihi boyunca gerek Selçuklu gerekse Osmanlı döneminde gayri savaşta olanların malları ve canları kutsal sayılmış ve onlara dokunulmamıştır.
Hal böyleyken Dünya’da üretilen bugünkü bilimsel değerler Hristiyanlığın yaygın olduğu coğrafyada ortaya konulmuş tek taraflı metinler olduğu için doğunun değerlerinden ve özellikle İslam sentezi ile İslam’ın değerlerinden uzaktır. Bu haliyle ortaya konulan bilimsel değerler yalın ve sorunları çözmekten uzaktır.
Batının bilimsel değerlerini sorgulamadan veya sorgulayamadan dogmatik düşüncelerle mutlak olarak kabul ederek, bu konuda çalışmamak ve/veya farklı şeyler söyleyememek ya da sorgulamamak batının dar kafasıyla doğuya biçtiği dar gömlektir. Bunu hiçbir sorgulamaya tabi tutmadan mutlak doğru kabul ederek, hazır bulduğunu tüketerek yatmakta doğunun kabul ettiği bir taassubtur.
Batı sanayi devrimin getirdiği dönemsel üstünlüğü ve bunun üzerine kendince ürettiği bilimsel değerleri doğu üzerinde sopa haline getirerek, doğuyu sürekli baskılamış ve onları kendi doğrusundan başka doğrusu olmadığına ikna etmiş ve sürekli geri kaldık içgüdüsüyle doğuyu varsayımlar temeller üzerinde kurduğu bilimsellikle, sürekli batının önermelerini sorgulamadan kullanan bilimsel köle haline getirmiştir.
Bu nedenle, öncelikle yapılacak şey batıyı yok saymadan, batının bilimini ve değerlerini sorgulayarak her toplumun kendi kültürüne ve özüne dönmesidir.
İktisat biliminin temel önermelerinden biri olan ve ülkemizde de başta TUSİAD ve büyük bir kesim tarafından mutlak doğru kutsal bir metin olarak ortaya konan enflasyon arttığında faizde artmalı mavalı aslında batı merkezli iktisat biliminin yukarıda açıklanan çerçeveye uyan yaklaşımlarından biridir.
Sanki iktisat kitaplarını sadece kendileri okumuş gibi ikide bir genel kabul görmüş iktisat bilimi kurallarına dönülmeli derken, esasında bu zihniyet 100 yıldır başta askeriye ve akademi olmak üzere, ülkenin bütün kurumlarını ellerinde tutmalarına rağmen sosyal bilimlere bir tane bile katkı yapamamış, hiçbir teknolojik ilerleme kaydedememiş ve ülkenin servetini küçük bir azınlığa teslim etmiştir.
Oysa enflasyonun nedeninin araştırmadan enflasyon arttı diye faiz artırmak ateşe körükle gitmektir. Şöyle ki; enflasyonun nedeni büyük ölçüde talepten kaynaklı ise faiz artırıp parasal sıkılaşma ile enflasyonu düşürebilirsiniz. Ama enflasyonun nedeni büyük ölçüde Dünyadaki arz kısıtından ve üretim zincirinin daralmasından kaynaklanıyorsa burada faizi artırmak enflasyonu daha da artıracaktır. Bu durumda, arz kaynaklı fiyat artışlarının olduğu yerde faizi artırmak enflasyonu düşürmeyecek, aksine enflasyonu körükleyecektir.
İkinci dünya savaşı sonrasında Londra ve New york merkezli kurulan faiz güdümlü finansal sistem, Batının dünyanın geri kalanının bütün servetini gaspetmesine neden olmuş, 2008 sonrası ve pandemi dönemi boyunca bastıkları karşılıksız milyarlarca dolarla da fakir ve gelişmekte olan ülkelerin yeraltı ve yerüstü bütün zenginliklerini sömürmeye devam etmiştir.
Batının bu anlayışla oluşturduğu ekonomik literatür üzerine kurulu sözde ekonomik düzen, bugün dünya servetinin büyük bir bölümünü küçük bir azınlığa teslim ederken, dünyanın birçok yerinde temel gıdalara ulaşamayan ve açlıkla boğuşan milyarlarca insanı ortaya çıkardığı gibi ülkeleri de borç batağına sürüklemiştir.
Bugün iktisat bilimi açısından ortaya çıkan nihai sonuç, Londra ve New York merkezli ve bu ülkelerin güdümünde olan tek yanlı finans sistemine ve onun getirdiklerine mutlak bir şekilde karşı çıkıp, kendi medeniyetimize ve değerlerimize uygun iktisadi anlayışı ortaya koymak olacaktır.